ABD Hükûmeti’nin Intel’e 8,9 milyar dolarlık yatırım yaparak şirketin %9,9 hissesini alması, yalnızca bir finansal işlem değil; aynı zamanda yeni bir ekonomik anlayışın işareti. Bu adımı anlamak için olaya yalnızca rakamlar üzerinden değil, stratejik ve politik bağlam üzerinden de bakmak gerekiyor.
Devletin rolü yeniden tanımlanıyor
Uzun yıllardır ABD ekonomisi “serbest girişim” ideali üzerine inşa edilmişti. Devlet, özel sektöre yön vermekten çok, piyasa şartlarının oluşmasına zemin hazırlamayı tercih ediyordu. Intel yatırımı ise bu çizgiden bir sapma niteliği taşıyor. Devlet, ilk kez küresel rekabet baskısı ve ulusal güvenlik gerekçeleriyle doğrudan bir teknoloji şirketine büyük bir ortak olarak giriyor. Bu durum, bazı gözlemciler tarafından “ABD’nin Çin tarzı devlet kapitalizmine kayışı” olarak yorumlanıyor.Benim yorumum şu: Bu adımı yalnızca ideolojik bir kayış olarak görmek basitleştirici olur. Aslında burada söz konusu olan, teknolojinin devlet için artık askeri güvenlik, ekonomik bağımsızlık ve küresel prestij açısından kritik bir unsur hâline gelmiş olması.
Intel’in içinde bulunduğu çıkmaz
Intel, uzun zamandır rakipleri karşısında güç kaybediyordu. TSMC ve Samsung, ileri üretim teknolojilerinde birkaç nesil öne geçmiş durumda. Nvidia ve AMD gibi tasarım odaklı şirketler de pazar payını hızla artırıyor. Intel’in dökümhane birimi 2024’te 13 milyar dolar zarar açıklarken, yatırımcıların güveni ciddi şekilde sarsılmıştı.İşte bu noktada ABD Hükûmeti’nin yatırımı, Intel için adeta “son şans” niteliğinde. Finansal canlanma sağlamanın ötesinde, Intel’e verilen bu destek aynı zamanda “Amerika bu şirketin arkasında duruyor” mesajını küresel piyasaya iletiyor.
Güvenlik ve stratejik bağımsızlık boyutu
Yarı iletkenler artık yalnızca tüketici elektroniği için değil; savunma sanayinden yapay zekâ uygulamalarına, 5G altyapısından enerji sistemlerine kadar her alanda kritik. ABD, bu stratejik üründe Asya’ya bağımlılığını azaltmak istiyor.Özellikle Tayvan merkezli TSMC’nin küresel üretimdeki baskın rolü, Çin-ABD gerilimleri düşünüldüğünde Washington için risk teşkil ediyor. Bu nedenle Intel’e yapılan yatırım, yalnızca ekonomik bir karar değil, jeopolitik bir sigorta işlevi de görüyor.
Eleştiriler: Vergi mükellefleri ne kazanacak?
Her devlet müdahalesinde olduğu gibi, bu yatırım da tartışmalardan muaf değil. Birçok ekonomi uzmanı, hükümetin imtiyazlı hisseler yerine sıradan hisseler almasının, vergi mükelleflerine doğrudan bir getirisi olmayacağını vurguluyor. Yatırım başarılı olursa kazanç Intel’in ortaklarına dağılacak; başarısız olursa fatura kamuya çıkacak.Bu noktada şu soru önem kazanıyor: ABD, piyasa risklerini üstlenmeye hazır mı? Bu yatırımın, ileride vergi adaleti ve devletin piyasa üzerindeki rolü konusunda daha büyük tartışmalar doğurması muhtemel.
Küresel rekabet için yeni bir paradigma
Çin, yıllardır teknoloji şirketlerini devlet destekleriyle besliyor. Avrupa da benzer şekilde “stratejik sektörlere müdahale” modelini tartışıyor. ABD’nin Intel hamlesi, aslında bu küresel eğilime geç katılmış bir adım. Bu adımı, “piyasa ilkelerinden vazgeçiş” değil, “küresel rekabete uyum” olarak okumak daha doğru olabilir.Benim öngörüm şu: Bu tür yatırımlar yalnızca Intel ile sınırlı kalmayacak. Yapay zekâ, batarya teknolojileri ve biyoteknoloji gibi stratejik alanlarda da devletin doğrudan rol alması gündeme gelecek.
Sonuç: Ekonomiden çok daha fazlası
ABD’nin Intel’e 8,9 milyar dolarlık yatırımı, tek başına bir şirketi kurtarma girişimi değil. Bu karar; serbest piyasa ideali, devlet kapitalizmi, ulusal güvenlik ve küresel rekabet gibi birçok tartışmayı aynı potada eritiyor.Intel için bu yatırım bir can simidi. ABD içinse, teknoloji çağında devletin rolünü yeniden tanımlayan tarihi bir deney. Uzun vadede bu hamlenin başarılı olup olmayacağını görmek için Intel’in toparlanma performansına bakmak gerekecek. Ancak şimdiden kesin olan bir şey var: ABD’nin teknoloji politikaları yeni bir döneme girdi.